23 Ocak 2013 Çarşamba

Ağır Ölüm


Severim alışkanlık edinmeyi. Bildik cafe, restaurantlara gitmeyi, aynı yazarın kitaplarını sıkılana kadar okumayı, saçımı hep bildiğim model kestirmeyi, baştan aşağı siyaha bürünmeyi. Emniyette hissettirir kendimi. Çok sonra başka bir ruh haline ihtiyacım olduğunu fark eder, edindiğim alışkanlıkları terk eder yenilerini oluşturmaya başlarım. Böyle bir hallerdeyim yine.

"Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
........
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.
....." P. Neruda

İçimde bir saat tik tak. Yolculuk vaktinin yaklaştığını söylüyor. Nereye olursa, "karşılayan yine kendim olduktan sonra".

22 Ocak 2013 Salı

Anı Koleksiyoncusu

Çocukluğumdan beri hayranlık duyduğum bazı insanlar var: Koleksiyoncular.
Koleksiyon nesnesi yaşa ve maddi yeterliliğe göre çeşitlilik gösteriyor. Kimisi peçete, pul, eski para biriktiriyor kimisi de tablo, gemi maketi, pipo. Elbette taso ve kinder süpriz oyuncağı biriktirenleri de anmamak haksızlık olur. 
Çocukken  eğlenceli bir oyun olarak algılıyordum pek tabi. Şimdi ise hayranlık duyduğum şey,bu kişilerin nesneye (eşyaya), zaman ve mekana karşı olan süreklilik duyguları. Ben bu süreklilik duygusunu üniversiteyi kazanıp ailemin yanından taşındıktan sonra kaybettim çünkü. Kaç farklı ev ve yurtta kaldım hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım hangi eşyamın nerede olduğunu bilmemek, bazense taşınmalarım sonucu kaybolan eşyalar, hatta fotoğraflar. Bu iş o kadar zorlaşmıştı ki, son bulduğum çare hiç değilse her gittiğim yere iki raftan oluşan kitaplığımı, çalışma lambamı, mantar tablomu taşımaktı. Şimdiler de ise eşyalarım, özellikle kitaplarım iki farklı ülkede, üç farklı evde ikamet ediyor. Eşya ve mekana karşı süreklilik duygusunu kaybetmiş birinin ise koleksiyon yapması mümkün olmuyor. Bu süreklilik duygusunun kaybolmasının iyi bir yanı var yalnız. Zamanı farklı algılatıyor insana. Eşyaya, mekana karşı devamlılık hissetmeyince zaman çizgisi de kırılıyor bir yerde. 
Böyle düşünürken dört yılda, üç farlı ev değiştirsem de hep yanımda taşıdığım bir kutum olduğu aklıma geldi. İçinde bir zamanlar tuttuğum günlük, ceza özel notu, birkaç da küçük özel eşya var. Günlüğümün arkasındaki cepten çıkanlar ise Elif Şafak'ın kaç yılına ait olduğunu bilmediğim bir gazete küpürü ('Huzursuz Ruh' başlıklı),  2005 yılında üstüne not yazılmış bir starbucks peçetesi, 'İyi bir yıl' filmine bir bilet, Yaşar konserine iki bilet, Louvre müzesine giriş bileti, Amsterdam tramvay bileti ve daha sayamayacağım bu gibi eşyalar.
Fark ettiğim şey ise yıllarca peçete, pul koleksiyonu yapamamış olsam da bir 'Anı Koleksiyonu'mun varlığı. Yanımda taşıdığım iki raf kitaplık, çalışma lambası veya içi ıvır zıvırla dolu bir kutu değil, anılarımmış aslında. 
Mekanda sürekliliği kaybetseniz de, eşyaya olan tutkusu kaybolmuyor insanın. Bu sayede zaman dün, bugün, yarın olarak düz bir çizgi gibi değil, bir çember gibi gözüküyor.


19 Ocak 2013 Cumartesi

Gazete Küpürü

Üniversite yıllarım geliyor bazen aklıma. Günlük telaşlarım, ama ille de heyecanlarım. Ülke geleceğine, kendi geleceğime dair umudun getirdiği yaşama heyecanı. Nasıl bir bir yitti gitti bu tatlı heyecan, muhasebesine düşmedim. Ülke gündemine olan heyecansızlığım, başka bir diyardan kuş bakışı bakabilmenin sonucu sanırım. Siyaset dilimiz öyle kaba, hukuki/bilimsel gerekçelendirmeden öyle uzak ki, fikir kirliliği arasında kayboluveriyorsun. Beş gazeteyi önüme serip didik didik ettiğim, köşe yazıları hakkında mütalaada bulunduğum, ülkenin kurtarıldığı arkadaş meclislerinden geldiğim nokta; gündelik siyasetin sığlığı, geçiciliği üzere oluşmuş ilgisizlik. Gazete, günlük haber neymiş unutalı çok oldu. Şimdilerde köşe yazısı seçerken öyle zorlanıyorum ki, arada bir de olsa ülke gündemine, hayata dair "derin" bazı yaklaşımlar görmek heyecanlandırıyor tekrar beni. Bu hafta sevdiğim bazı yazılardan kısa alıntılar:

İclal Aydın, Vatan, "Mendilimde Kan Sesleri" yazısından Edip Cansever'e atıfla, 19.01.13;

"Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlerde büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de / Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk/O kadar kısa/ işte o kadar.
Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri."...

Ahmet Mümtaz Taylan, Hürriyet, Hava nasıl oralarda, üşüyor musun?, 5.01.13;

... "Ayşe 8. sınıf öğrencisi, şimdiden aklını kurcalayan üniversite ve meslek meselesi üstüne de konuştuk. "Ne olmamı isterdin baboli?" sorusuna en sevdiği yanıtı vermeyi ihmal etmedim: "Mutlu olmanı isterim tatlım!" Bu yanıt rahatlatıyor kızımı biliyorum. Müziğe de bilime de yatkın. İster müzisyen, ister ilahiyatçı, isterse ODTÜ'lü bıçkın bir bilim insanı adayı olsun.. Yeter ki mutlu olsun. Dünyayı mutlu insanlar kurtaracak.."


Ve günün incisi Ahmet Hakan'dan, Hürriyet, "Birand'ın 10 Özelliği", 19.01.13;

..."Bir insana not verirken nelere bakmak gerekir
BİR: Güldüğü şeylere..
İKİ: Ölüm karşısında takındığı tavra
ÜÇ: Mensubu olduğu ideolojik grubu savunurken hakkaniyetli olup olmadığına
DÖRT: Olumsuz eleştirilere verdiği tepkiye
BEŞ: Para karşısındaki tutumuna
ALTI: Önemli bir makama sahip olduğundaki tutumuna
YEDİ: Kendinden güçsüze nasıl davrandığına
SEKİZ: Aman dileyene karşı ne yaptığına
DOKUZ: Dinlemeyi bilip bilmediğine
ON: Öfkelendiği anlardaki yaklaşımına"...

Hisseme düşen kıssa; kim olursa olsun ne gerçekleşirse gerçekleşsin değişmeyecek olan dünyayı mutlu insanların yaşanır kılacağı...



17 Ocak 2013 Perşembe

Neden Zencefilli Tarçınlı Kurabiye?

Hayatlarının büyük bir bölümünde günlük tutan insanlar vardır. Modern çağın yeni günlük tutma biçimi de bloglar oldu sanırım. Bense hayatımın genelinde hiç o insanlar arasında olamadım. Yazmaktansa konuşmayı tercih edenlerdenim çünkü. Bir şeyi paylaşmak istediğimde içinde tutamayıp mümkünse yanındaki kimseyi dirsek hareketiyle yoklayıp gösterilecek bir şeyi derhal gösteren anlatılacak bir şeyi hararetle anlatmaya başlayanlardan. Yalnız bir kere günlük tuttum. Kendimi anlayamadığım sahibi hariç kimseyle paylaşmak istemediğim bir dönemdi. Yıllar sonra şimdi yine yazmak istedim (sebebini bir gün yazarım belki), benim gibi kalem kağıt hastası birinin modern çağın icatlarıyla bu işi nası yapacağı bir soru işareti tabi.

Hiç sevmiyorum uzun blog yazılarını okumayı. O sebepten gelelim neden Zencefilli tarçınlı kurabiye oldu blogun adı. Hayatın içinden sevdiğim başka şeyler de geldi aklıma. Muzlu süt, tahinli susamlı kek :)) Bunlar yemenin içmenin dışında şeyler çağrıştırıyor bana çünkü. Ama düşününce ille de baharat olmalıydı içinde. Tatlarından çok kokularının yerleri var hafızamda. 'Bir tutam Baharat' adlı filmi izlediyseniz çağrışım yapacaktır anlatmak istediğim. 
Zencefil denge isteyen bir baharattır kanımca. Biraz fazla kaçırırsanız acıdan tüketemezsiniz. Tarçın kokusuyla da cezbeder, dahil olduğu şey tatlılaşır nedense. Yılbaşlarının atıştırmalığı zencefilli tarçınlı kurabiye de hayatın kendisi gibi acı tatlı bir şey. Yeni yılın getirdiği ümitle yazılmaya başlanan bu blog da işte tam zencefilli tarçınlı kurabiye gibi. 

Suya yazar gibi yazıyorum, yazıldığı gibi kaybolsun diye, 
Yine de sahibine taşınması umudunu yitirmeden..