22 Ocak 2013 Salı

Anı Koleksiyoncusu

Çocukluğumdan beri hayranlık duyduğum bazı insanlar var: Koleksiyoncular.
Koleksiyon nesnesi yaşa ve maddi yeterliliğe göre çeşitlilik gösteriyor. Kimisi peçete, pul, eski para biriktiriyor kimisi de tablo, gemi maketi, pipo. Elbette taso ve kinder süpriz oyuncağı biriktirenleri de anmamak haksızlık olur. 
Çocukken  eğlenceli bir oyun olarak algılıyordum pek tabi. Şimdi ise hayranlık duyduğum şey,bu kişilerin nesneye (eşyaya), zaman ve mekana karşı olan süreklilik duyguları. Ben bu süreklilik duygusunu üniversiteyi kazanıp ailemin yanından taşındıktan sonra kaybettim çünkü. Kaç farklı ev ve yurtta kaldım hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım hangi eşyamın nerede olduğunu bilmemek, bazense taşınmalarım sonucu kaybolan eşyalar, hatta fotoğraflar. Bu iş o kadar zorlaşmıştı ki, son bulduğum çare hiç değilse her gittiğim yere iki raftan oluşan kitaplığımı, çalışma lambamı, mantar tablomu taşımaktı. Şimdiler de ise eşyalarım, özellikle kitaplarım iki farklı ülkede, üç farklı evde ikamet ediyor. Eşya ve mekana karşı süreklilik duygusunu kaybetmiş birinin ise koleksiyon yapması mümkün olmuyor. Bu süreklilik duygusunun kaybolmasının iyi bir yanı var yalnız. Zamanı farklı algılatıyor insana. Eşyaya, mekana karşı devamlılık hissetmeyince zaman çizgisi de kırılıyor bir yerde. 
Böyle düşünürken dört yılda, üç farlı ev değiştirsem de hep yanımda taşıdığım bir kutum olduğu aklıma geldi. İçinde bir zamanlar tuttuğum günlük, ceza özel notu, birkaç da küçük özel eşya var. Günlüğümün arkasındaki cepten çıkanlar ise Elif Şafak'ın kaç yılına ait olduğunu bilmediğim bir gazete küpürü ('Huzursuz Ruh' başlıklı),  2005 yılında üstüne not yazılmış bir starbucks peçetesi, 'İyi bir yıl' filmine bir bilet, Yaşar konserine iki bilet, Louvre müzesine giriş bileti, Amsterdam tramvay bileti ve daha sayamayacağım bu gibi eşyalar.
Fark ettiğim şey ise yıllarca peçete, pul koleksiyonu yapamamış olsam da bir 'Anı Koleksiyonu'mun varlığı. Yanımda taşıdığım iki raf kitaplık, çalışma lambası veya içi ıvır zıvırla dolu bir kutu değil, anılarımmış aslında. 
Mekanda sürekliliği kaybetseniz de, eşyaya olan tutkusu kaybolmuyor insanın. Bu sayede zaman dün, bugün, yarın olarak düz bir çizgi gibi değil, bir çember gibi gözüküyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder